Evlerimizde olduğumuz şu günlerde evdeki kadınların ve kız çocuklarının hallerini düşünmekten kendimi alamıyorum. Sağlığımız için evimizde kalmamız istendi. Bazılarımızın işten, okuldan kısaca dışarıdan mutlulukla koşarcasına döndüğü yer miydi ev yoksa bazılarımızın kurtulmak için kaçarcasına kendisini dışarı attığı yer miydi? Peki ev bizim için ne anlama gelmekteydi? Karantina sürecindeki tek temennim Türkiye’deki kadın ve kız çocukları başta olmak üzere tüm dünyadaki kadın ve çocukların dışarıdan mutlulukla koşarcasına döndüğü evlerinde olmalarıdır.
Kadına şiddetin var olduğunu inkar etmek, devekuşunun avcıdan kaçmak için başını kuma gömmesine benzer bir kara cahilliktir. Peki şiddet sadece fiziksel midir? Maalesef bazen öldürücü boyutlara ulaşan fiziksel şiddet, şiddetin bir yönüdür. Bir diğer yönü ise, psikolojiktir. Nihan Kaya İyi Aile Yoktur adlı kitabında, çocuklarda psikolojik şiddetin bazı fiziksel şiddetlerden daha yıkıcı etkiye sahip olduğunu söylüyor. Ben büyükler için de bu durumun böyle olduğunu düşünüyorum.
Her zaman evde olan ev hanımları kendilerine ait oluşturdukları tüm zaman ve mekanlardan koparıldılar. Altın günleri, gezintiler ve evde kendileriyle baş başa geçirdikleri tüm vakitler gitti. Peki çalışan kadınlar? Ev işlerinde veya çocuk bakımında sahip oldukları yardımcı kuvvetler desteklerini çektiler. Kısacası çalışan ya da çalışmayan kadınlarımız evde tüm aileyle yeniden tanışma ve birbirine alışma sürecine girdiler. Tüm aile fertleri birbirlerinin mekan ve zamanlarına ortak oldular. Bu sürecin en kârlılarının birbirine saygı ve muhabbetle bağlı güçlü bağları bulunan aileler olacağı kesin. Peki ya birbirine bağlılıkları kültürel ön kabullerden oluşan ailelerin durumu? Yani karşısındakine insan olarak dahi saygı duymayan, doğal olarak da sevginin hayat bulmadan öldüğü ve bunu her fırsatta dile getiren karı-koca birlikteliğinden dünyaya gelmiş evlatlarının da bulunduğu ailelerden bahsediyorum. Bu kişilerin aile içindeki durumlarını dile getirmezsem kötüyü çağırmış olmayacağımı düşünüyorum.
Bu uzun girişten sonra kitabımıza bakalım. Yazar Virginia Woolf’ten “Kadın ve Kurmaca” başlığı altında bir konferans verilmesi isteniliyor. Virginia ise bu konu kendisine verildiği andan itibaren olan süreci kurmaca şeklinde hikaye ederek anlatıyor, hem başlığa uygun bir kurmaca yapıyor hem de kadın ve kurmacanın kısa tarihine değiniyor. Kısa diyorum çünkü yazarın yaptığı araştırmalarda kadınların yazmış olduğu eserlerin sınırlı ve az sayıda olduğu görülüyor. Bunun sebeplerini araştıran yazar, Batı Hristiyan Avrupası’nın kadına bakış açısını kurmaca bir şekilde anlatıyor: Shakespeare’nin kız kardeşi örneğiyle. Bu eseri daha iyi anlamak için Hristiyanlık tarihinde kadının yeri, önemi gibi konulara az da olsa bakmak lazımdır. Eserde bahsedilenlerin anlaşılması için ayrıca Hristiyan Avrupa’da kadın olmak da araştırılmalıdır.
Oruç tutarken Allah rızasını kazanmak için aç kaldığımızı düşünüp öfkemizi yok ederek, insanlara karşı davranışlarımızda her birimizin Allah’ın birer ayeti(mucizesi) olduğumuzun farkında olarak ve dünyada korona virüsten daha çok can alan şeyin açlık olduğunu aklımızda tutup infak(Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara her türlü yardımda bulunması) ederek rahmet ve bereket ayını Kur’an ve Kur’an’ın yaşayan tefsiri peygamberimiz Hz Muhammed’in (sav) sünnetiyle dolu dolu geçirmek temennisiyle hayırlı ramazanlar…
Birisi “Ayın Kitap Önerisi&Yorumu: Kendine Ait Bir Oda | Virginia Woolf” üzerinde düşündü