Bazen yanıma yalnızlığımı alıp deniz gören bir bankta oturmak istiyorum. “Anlat” deyip konuşan taraf olmak, gidemediğim her neresi varsa oranın manzarasını anlatmak istiyorum. Olmayan her ne varsa olmuş gibi, olması gerekmiyormuş o yüzden olmasa da olurmuş gibi, şarkıda diyor ya “hem ilk hem sonmuş gibi en güzeli oymuş gibi” gibi mırıldanmak istiyorum. Elimde avcumda ne varsa, ne biriktirdiysem hepsi yaşadıklarımdı, hayallerimdi, yaşamayı istediklerimdi ama zamanı geçmişlerimdi. Evet… Geçmişimdi… Hatıralarımdı. Her son bir başlangıçken her başlangıç benim için korkmaktı, ne yapacağımı bilememekti… Ne kadar biliyorsam o kadar bilememekti…
Bir sızı iniyor, sızlıyor ve korkuyorum. Bir daha mutlu olamayacakmışım gibi, özgürlüğüm elimden alınmış, bir köşeye sıkışmış ve artık kendi kararlarımı verebileceğim konfor alanım kaybolmuş gibi hissediyorum. Sanki bugüne kadar söyleyebileceğim her şeyi söyledim, artık sesim yüreğimde kalacak, ıssızım, kimsesizim ve ben bana ait değilim… Her ne yaparsam böyle hissediyorum. Ruhumun kontrolü bende değil ama hareketlerimi kontrol edebiliyorum fakat şimdi tümden kontrolü kaybetmişim gibi…
Ne kadar çok “gibi” dedim. Belki de yalnızca ve yalnızca korktuğum ve korktuğumla kalacağım için derdimi benzetmeler yaparak anlatmayı tercih ettim, bilemiyorum.
Çok uzun zamandır kaçıp gitmeyi düşünüyorum, nereye ve neyden kaçtığımı bilmeden… Yıllanmış ama yıpranmamış güllerimi ve karanfillerimi en sevdiğim kitabın arasına sıkıştırıp hayallerimden bilet yapmak istiyorum ki bilirsiniz çiçekler yolun da anın da karanlığını aralar ve hayat gibi gülümser bize… Ama tam o anda önümde bir dağ gibi korkular, keşkeler, amanlar, tehlikeler ve diğer tüm zorluklar engel gibi beliriyor; biliyorum ki bir adım atsam hepsini tepetaklak edip koşmaya başlayacağım ama bir şey var, bir şey var ve ayaklarıma dikenler batırıyor…
Biliyorum bir yerlerde birileri gökteki yıldızları sayıyor, birileri kendi yıldızını seçiyor. Bir yerlerde yıldızlar kayıyor ve dileklerimiz tam o anda içimizden geçmiş oluyor. Hikaye bu ya ne dilersek olmuş oluyor… Peki hayat yolculuğunda, tüm bu bilinmezlikte sır perdesini kaldıran heyecanımızı dindiren bu mu? Dilemek ve elde etmek… O halde nerede kaldı dilemenin ardından istemek hatta çok istemek? Nerede sabretmek ve beklemek? İşte bu işin sırrı da bu bence, çok istemek… Çünkü çok isteyince zor gelen, mücadele isteyen her ne varsa acıyı bala çeviriyor. Sabrı, umudu, heyecanı, tutkuyu beraberinde getiriyor. İşte o zaman bilet yaptığımız hayaller, kuruttuğumuz çiçekler anlamlanıyor, kitabın arasına girmeden pencere kenarına dizilip başını güneşe çeviriyor. Her gün can suyunu verip yaşamaya devam etme arzusu doğuyor içimize.
Yani bir şeyi çok istemek insanı yaşatıyor…
Keşke diyerek geçirdiğimiz ne çok günümüz oldu sevgili okur, ne çok sıkıntımız derdimiz oldu. “bu defa son” dediğimiz bir sürü şeyi ne çok tekrarladık, onlarca gündüzü akşamladık ve dünle aynı diye sızlandık. Ruhumuzu beslemeyi ihmal edip sevip sevilmeyi hep erteledik. Artık bir başlangıç olmalı bence; Kalplerimizin umutlanacağı, sorunların çözümlerle düşman değil kardeş olacağı günler hiç uzak değil. Her ne yaşıyorsanız, göğsünüze acı diye bastırdığınız ne derdiniz varsa yalnız değilsiniz, değiliz. Herkesin yükü ağır, herkesin yarası derin, hepimizin sırrı dile gelmeyi bekliyor. Ama umut hala taptaze, kalbimiz hala sıcacık güneş hâlâ tepede. Çok istemekten vazgeçtiğimiz her şey bambaşka şekillerde bize dönüyor, bunun inancını tazelemek çok önemli ve inanın zor değil.
Cesaretimi harlayan ve korkularımı bastıran her şeye teşekkür ederim, çünkü bu yazımda aslında kendi sırrımı dillendirmiş oldum… Yüreğinde benzeri ya da bambaşka hazinesi olan tüm dostlarım saniye öncesi bile geçmiş iken anda kalmayı, kendini bilmeyi, kuşları ıslıklamayı ve çiçeklerinizle konuşmayı ertelemeyin. Yaşamak anda olmak, anda kalmaktır, gerisi, geçmişi ve aksi üzer -ki bilirsiniz- “insanı üzüntü çürütür”
Sevgiyle kalın..