Herkese selamlar! Birbirimizi dinlemeye ve anlamaya en ihtiyaç duyduğumuz zamanları yaşıyor olsak gerek. Herkes kendi dünyasını çevreleyip gelebilecek tehlikelerden korunma vaziyetinde. Bir yandan beden sağlığımızı elimizden geldiğince korumaya çalışırken diğer yandan ruhsal sağlığımızı gözetmek de gönlümüze vefa borcumuzdur diye düşünmekteyim. Daha doğrusu bu fikirle yüreğimin dinamizmini kaybetmemeye çalışıyorum. Açıkçası bu yazı vesilesiyle sizinle belki de yazdıklarımın bana ayna olması vesilesiyle dertleşmek istiyorum. Yeterince olumsuzluklar varken elbette sizleri kendi duygu ve düşüncelerimle çıkmaza sürüklemeyeceğim. Sadece dengesini sağlamamız ve bir araya getirmemiz gereken iki yakadan bahsedeceğim: korku ve ümit.
Zaman zaman kabz hali yaşadığımız vakitlerde sanki yaşamdaki tüm olumsuzluklar insanı bulacakmış gibi gelir. Canı, malı, aileyi, evladı, imanı, Yaratıcı ile olan bağını kaybetme, ahiret, gelecek korkusu ve daha nicesi gibi… O an insanın kulaklarına kilit vurulur sanki. Ne etrafınızda sizi teselli eden ulaşabilir size ne de kendinize yetebilirsiniz. İliklerinize kadar sızar korkular. Düşününce aslında bazı şeylerin kıymeti için gerekli ve kuvvetli bir duygudur korku. İnsanoğlu bir şeyi kaybetme korkusu ile kazanmıştır birçok duygusunu. Bu şey bir insan, bir inanış, bir iş, bir görev ya da bir duygu da olabilir. Fark etmez. İnsan kaybetmenin acısını ya da kaybetmenin acı eşiğine gelmeyi bir kere yaşadıktan sonra artık o acısı korkuya dönüşebilir. Ve bu, insanı dizginlemek için yeterlidir…
Gelelim ismini okuyunca bile nefes aldığımız kelimeye: ümit.
Ümit öyle esrarengiz ve hayal ötesi bir şey ki ruhunuzu kelepçeleyen her acının anahtarı sanki. Yeri geliyor öten kuşla hasbihal ediyorsunuz, gökyüzünde süzülen bulutlarla seyahat ediyorsunuz… Doğan ve batan güneş, her gece görsel şölene dönüşen ay ve yıldızlar… Belki arka planda sanatını icra eden bir baykuş orkestrası… Yeri geliyor bindiğiniz otobüsten indiğiniz vapurda odaklandığınız olaylara kadar bir masalın ana kahramanı gibi hissediyorsunuz. Okuduğunuz bir kitap, dinlediğiniz bir müzik, seyrettiğiniz bir film ufkunuzu yarıp geçebiliyor. Planlar yapıyorsunuz, deftere kaleminizle yapılacakları sıralıyorsunuz ve icraata geçmek için start çizgisinde yerinizi alıyorsunuz. Yaşamak sizin için o kadar anlam ifade ediyor ki çaresizlikten aldığınız nefesin şükrünü nasıl eda edeceğinizi bilemiyorsunuz. İlahi bir rahmet ile kuşandığımız anın zirve noktasıdır söylediklerim. Ve daha söylemeye kelimelerimin yetmediği hislerimiz… Gözde, gönülde, zihinde büyüyen o koca sancı, ümit ile üstündeki perdeyi aralayarak zahmet nazarını hayret nazarına dönüştürüyor. Yapılan ibadetlerden, kelamımıza; iletişim kurarken kalbimizin temsilcisi olan bakışlarımızdan ses tonumuza kadar uçsuz bucaksız hissediyoruz. Allahu Ekber! O ne güzel bir histir öyle. Sanki tam da o an bıraksalar bizi tüm insanlığa yetecek aşkla, şevkle, azimle koşacağız…
Gördünüz değil mi? Şuan yazarkenki heyecanım ile bu gerçeğin farkına sizinle vardım: yazının başlarında büründüğüm hal ile ümidi yazdıktan sonraki hal… Siz de öylesiniz biliyorum. Çünkü insanız ve insan olmanın getirisi de bu dilemmalarla hayatta kalabilmektir. Korku ve ümit arasında dengeyi korumakla emrolunmuşken bize düşen bu hissi verenin hatrına sabırla yaşam denen yol istikametinde ilerlemek… Yeri gelecek yavaşlayarak yeri gelecek hızlanarak hatta belki koşarak… Ama asla durmadan… Yaratan’ı, vereceği şevki, umudu, aşkı ümit ederek ama kaybetme korkusunu da sinemizden eksik etmeyerek… Yaşadığınız, duyduğunuz, gördüğünüz zor ve korkutucu olabilir ama sizi bekleyen koskoca bir alem var. Sizi bekleyen bir siz var.