MESULİYET’İNİZ

İlk insan gönderilmeden evvel başladı tüm macera. Yaratılmış tüm mahlûkat tedirgin oldu bazı şeylerden. Kaçan, saklanan, kabul etmeyen onlarca mahlûkat etrafta dolaşmaya başladı. Nedir ki bu, yaratılmışları diğer yaratılmışlardan uzaklaştıran gerçek. Oradan bir ses yükseldi ve kabul etti dağ ve taşın kabul etmediği her şeyi, adına İnsan denen bu varlık. Adı Âdem (as) diye bize bildirildi. Ses çıkardığı esnada bizler belki de oradaydık. Öyle ya bu âlemden evvel de bir buluşma noktamız vardı. Öyle zannediyorum ki üzerimize yüklenecek yükün kimse bilincinde değildi. Ortada dağ ve taşı tuz edecek bir gerçek vardı. Nedir bu insana yüklenen mesuliyet? Nedirbu kâinatın kaldıramadığı fakat insanın küçücük yüreğine sığan büyük yük. Evet, şimdi başlıyoruz. 

Buradan sonrası notası bilinen bir piyano bestesi gibi olacak. Her ne geldiyse başımıza bilmediğimizden değil bildiklerimizden geldi. Bize bildirilenden uzaklaşmaktan kaynaklandı tüm sorunlar. Her şeyi yok eden gerçekten ölümden başlayalım dilerseniz. Akla en son gelen gerçek. Hatta çoğu zaman gelmeyen… Hiç düşündük mü gün içerisin de ölümü? Ölmeden önce ölebildik mi? Yaşam akıp giderken son sürat rest çekebildik mi tüm dünya işlerine. Dile kolay fiile zor ifadeler bunlar biliyorum. Akıl veren çok biz bu ifadeleri zaten biliyoruz diyorsunuz. Çözüm bekliyorsunuz fakat cevabını bildiğiniz soruyu çözmüyorsunuz. Birilerinieleştirmek yahut töhmet altında bırakmak için yazmıyorum bu satırları. Derdim, bilakis derdim hatırlatmak. Ecdat şehrin tam göbeğine mezarlıkları yaparmış ölümün de bu hayatın bir gerçeği olduğunu hatırlayalım diye. Şimdi mezarlıklardan uzak AVM’lere yakın yaşantılar sürüyoruz. Şayet oturacağımız muhit bizi dünyadan koparıyor ise orada bir terslik var. Yirmi birinci yüzyılda insanlar ölümü değil, yaşamı hatırlamalı. Ölüm insan için verilmiş en büyük nasihat. Ve bu nasihat bize çok büyük bir sorumluluk hatırlatıyor. YAŞAMAK! 

Yaşamak insanın bu dünyaya gönderildiğinde boynuna vurulmuş en büyük mesuliyetidir. Zira yaşamak dediğimiz şeyi ana rahminden dünyaya gönderildiğimizde başlayan ve en son kabirde son bulan bir serüven olarak göremeyiz. Böyle görülürse sorun yok. Fakat yaşamak bizim için en büyük soru işareti. Nasıl yaşadın? Nerede yaşadın? Kimle yaşadın? Niçin yaşadın? Bu sorulara verilecek onlarca cevap bizleri bekliyor. Bu cevaplar bizlere bu dünyada bir sebep üzere yaşamamız gerektiği gerçeğini hatırlatıyor. İsterseniz sırayla kendimize soralım bu soruları. 

Nasıl yaşadın diyelim ilk olarak. Acaba bir ihtiyaç sahibine ihsanda bulunmadan geçirdiğim bir gün oldu mu? Yahut ölmüş kardeşimin çiğ etini yemediğim bir gün geçirebildim mi? Peki ya nerede yaşadım? Son derece korunaklı bir site! Malumunuz son zaman siteleri bizleri ölümden dahi koruyor. Ya da denize nazır bir villa olsun. Nerede yaşadın dendiği vakit sadece bu sualler geliyor aklımıza değil mi? Hak ve batıl yolu olarak önümüze iki çizgi çekelim. Hangisi ile yaşadın ilk olarak buna cevap verelim. Cevabımız batıl ise tekrardan başa dönelim. Hak olmayan yola varmıyor ise cevabımız ilk sorumuzun cevaplarını tekrar edelim. Şimdi hak yoldan devam ederken hep beraberce görelim. Nerede yaşadın! Tekkede mi, mağarada mı, sokakta mı, camide mi, kafede mi, disko-bar? Ya da fark eder mi? Nerede ve kimle yaşadın? ! ‘Kişi arkadaşının dini üzeredir’ buyruğuna hiç denk gelmedin mi? Yanında ve yörende olanları yahut yöresinde olduklarını hiç ölçmedin mi? Biraz sitem ettiğinizi görür gibiyim. Bunca şeyden biz mi sorumluyuz diyorsunuz. Fakat en başta söylendi. Yaşamak çok ağır bir mesuliyet! 

Niçin yaşadın? Yahut Niçin yaşadık? Ne vakit geldik ve ne vakit gidiyoruz bu dünyadan. Bir ozanımız şöyle diyordu dörtlükte: ‘ Azrail gelince bakmaz sıraya, bazen pir yerine civan gözetir!’ yaşamak ağır bir imtihan fakat ölümde bu imtihanın içerisindeki en hakiki gerçek. Bunca dünya nimeti karşısında neyden ve nasıl mesul olduğumuzu bilerek yaşamak gerektiğini hatırlamak için ölümden büyük bir nimet yaratılmamıştır. Sözler yeni gelenlere her daim gebe olmak ile meşhurdur. Her ölüm yeni bir yaşam ve her yaşam yeni bir ölüme gebedir. Her an öleceğimiz gerçeğini unutmadan sırtımıza yüklenen bu dünya mesuliyetinin imtihanını vermek temennisi ile cümlelerimi ufak bir şiir ile bitiriyorum.

Kuşlar, ağaçlar biraz rüzgâr,

Sözler, kelimeler biraz cümleler

Dağ taş durmadan titrer

Burası dünya elbet mesai biter

Yollar, sokaklar biraz kalabalık

Işıklar, karanlık biraz aydınlık

Kaldırımlar her zaman kalabalık

Burası dünya ya çıktık ya da battık

Sanmayın alacağınız nefes ebedi

Bir gerçek ki kesecek tüm nefesi

Mesul değilim diyenleri görmedin mi?

Burası dünya işte bittik yetmedi mi? 

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: