Gözden uzak olan gönülden de uzak olur dedikleri gibi ruhumuzu unutuverdik. Aynada gördüğümüz kadarıyla özendik hayatlarımıza. Öyle zaman geçmiş ki içimize dönmeyeli, yüzleşmeyi ertelediğimiz her meselemizle burun buruna geldik bir anda. Sorsanız hep yolun başındaydık evvelinde. Sahi, yolun sonunu bilmeden nasıl bu kadar emindik başından?
Muvakkat şeylere dalıp giderken kıymetli pek çok şeyi ulaşılması güç tozlu raflara kaldırmışız da meğer yaşadığımız sarsıntının önümüze dökmesiyle hatırladık. Bir yandan da karıştı ne varsa alemimizde. Yıkımlar içinde binler ölür, kimi hikayeler yarım kalırken bir taraftan doğumların da yeni başlangıçları yanında getirmesi kadar açıktı aslında dünyanın iki yüzlü oluşu. Bu kadar acıya rağmen devam eden hayat da cabası. Tüm bu dengesiz dengeler yığını her gün yeni bir şey öğretmeye çalışırken kaç defa kulak ardı etmişizdir bilmiyorum. Böylesi soğuk bir tokatla bir anda yüzümüze çarpınca ağır gelmesi de ondandır. Biriktikçe ağırlaştı ve omuzlama vakti geldiğinde üstümüze çöktü nihayetinde.
Nereden başlamalı ayıklamaya? Bilemiyorum. Ama iyi bildiğim bir şey var ki; kaybolmakla arasında yalnızca bir an olan her şeyin sonunda bir acı var. Ve esas acı olan ise yaşadığımız dünyadan aldığımız nefese kadar fani olan ne varsa o ana tabi olması. Peki ya sevmek, affetmek veya günlerdir hiç bir fark gözetmeksizin bir can kurtarmak uğruna bambaşka insanları bir arada tutan merhamet gibi yaratıcının bize pay ettiği özümüzü hatırlatan o safi duygular? İşte onlar ana tabi değildir. “Nedir onları bu bitimli dünyada sonsuz yapan?” derseniz. “Bu dünyaya ait olmamalarıdır.” derim ancak. Ebedi tek varlığımız olan ruhumuzun da bunlara ihtiyacı var. Ekmek gibi, su gibi. Öyle tadımlık da değil, doyumluk kadar sarılmalıyız bu defa. Karanlığın, acının, öfkenin , seni ve beni biz yapamayan şeylerin doldurmasına izin vermeden koşar adım sarılmalıyız hemde.
Evet, zamana ihtiyacımız var. Gördüklerimiz, duyduklarımız, kaybettiklerimiz…Aklımıza kazındı belki her bir karesi. Unutamayacağımız kadar ağır bir yükün altında kaldık desek yeridir. Geçecek kelimesine kızdığımız bir süreçte olsak da acılar en çok unutulmalarıyla meşhurdur, insan ise unutmasıyla. Acısı dinecek belki zamanla ama bu defa zihinlerimizi zorlamamız gerek. En azından pek uzun zaman sonra yaşadıklarımızla hatırladığımız özümüzü bu defa unutmamak için. Koşar adım sarılmaya gücümüzü yettirene kadar sarıp yaralarımızı önümüze bakmadan heybemize atmalıyız hiç değilse. Kısacık dünya yolculuğumuzun her bir adımına merhameti taşımalıyız. Daha çok sevmeli, daha çok affetmeliyiz.
Son bir defa belki de…